9 Mart 2016 Çarşamba

KURAKLIK...

Son 900 yılın en kötü kuraklığı!



NASA araştırmacıları, Türkiye, İsrail, Ürdün, Lübnan, Filistin, Kıbrıs ve Suriye’yi kapsayan Doğu Akdeniz bölgesinde 1998 yılında başlayan kuraklığın, muhtemelen son 9 asrın en kötü kuraklığı olduğunu bildirdi.
Doğal bir olay olan kuraklığın etkileri, iklim değişikliği ve insan faaliyetleriyle daha da şiddetli hale geliyor. İklim değişikliği 21. yüzyılın rakipsiz en önemli sorunlarından. Türkiye’nin içinde bulunduğu Akdeniz Havzası, iklim değişikliği ve dolayısıyla kuraklıktan en fazla etkilenecek bölgeler arasında yer alıyor.

İklim değişikliği gözle görülse de, kömüre yatırım devam ediyor

2011 yılında yayımlanan İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı, Türkiye’de yıllık ortalama sıcaklığın gelecek yıllarda 2,5°- 4°C artacağını, artışın Ege ve Doğu Anadolu Bölgeleri’nde 4°C’yi, iç bölgelerinde ise 5˚C’yi bulacağını öngörüyor.

Türkiye’de iklim değişikliğinin etkilerini birebir yaşamamıza rağmen, değişikliğin büyük nedenlerinden kömürlü termik santrallere yatırım hızla devam ediyor. Türkiye’de şu anda 60 yeni kömürlü santral planı var. Kömürlü termik santraller, hem iklim değişikliğine neden oluyor, hem de yeraltı su kaynaklarına büyük zarar verirken su kaynaklarının azalmasına ve kirlenmesine sebep oluyor. Bunun yanı sıra, güneş ve rüzgar gibi temiz enerjilere yönelmek yerine daha fazla HES yapılarak nehirler baskı altına alınıyor. Oysa iklim değişikliği HES’lerin üretimdeki payının düşmesine neden olacağından, bu açık daha yüksek maliyetli doğal gaz ve kirli kömür santralleri ile ikame edilecek. Bu kısır döngüden kurtulmak için önce fosil yakıtlara bağımlılığımızdan kurtulup iklimi dengelemeli ve teknolojiyi daha fazla su tüketmek üzere değil, suyu az kullanma teknolojilerini geliştirmek üzere kurgulamalıyız. Yatırım planlamaları yapılırken yatırımların uzun vadeli çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri göz önünde bulundurulmalı ve havza ölçeğinde planlanmalı.

Kömürlü termik santrallerin su kullanımı

TÜİK tarafından açıklanan verilere göre 2012 yılında termik santraller tarafından 6,4 milyar metreküp su çekildi. Bu miktar, Türkiye'de yıllık insan kullanımı için uygun olan su miktarının yaklaşık %6'sınakarşılık geliyor. Yerli linyit ile yapılması planlanan diğer santraller de faaliyete geçerse bu rakamın katlanması bekleniyor. TEMA'nın 2013 yılında yayınladığı uzman raporunda da belirtildiği gibi sırf Konya Karapınar Havzasındaki yapılması planlanan 5870 MWe santralin yılda 2.585.952.000 m3 su kullanacağı tahmin ediliyor.

Ne yapabiliriz?

  • Kuraklıkla baş edebilmek için suyu çılgınca tüketmek yerine, suyu daha evde arıtarak tekrar ve tasarruf yaparak kullanmalı, endüstri ve tarımda da az ama verimli kullanmalı, arıtarak geri dönüştürmeliyiz.
  • Fosil yakıt bağımlılığını azaltarak; hem iklim değişikliğinin önüne geçebilir hem de çevresel baskıyı azaltarak su kaynaklarının korunmasına katkıda bulunmalıyız.
  • Çatılara yağmur suyu toplama sistemleri ve güneş panelleri yerleştirmeli, bu sistemleri yaygınlaştırmalıyız.
  • Endüstri ve enerjide su tüketimini en aza indirmeli, bu sınırlı ama en önemli kaynağı doğru kullanmalıyız. Doğru bir su yönetimi iklim değişikliğinin yarattığı kuraklık ve afet koşullarına uyum sağlanmasında en önemli adım olacaktır.                                                                                      

İklim İçin...


Evin: İklim değişikliği savaşlara yol açarken Türkiye’nin emisyon artış hızı utandırıyor.

Bugünlerde Suriye, Irak ve Türkiye hava sahalarında yok, yok: ABD, Rusya, Fransa, İngiltere hava saldırılarını yoğunlaştırdı, Almanya da tornado jetlerini gönderdi. Dünya devleri savaş kararları verirken ‘şiddetle, bombayla, jetle bu işin çözülmeyeceği’yorumlarına pek aldıran yok.
Paris’teki İklim Zirvesi (COP21) vesayet savaşının gerçek savaşa dönüştüğü günlere denk geldi. İklim değişikliği sebebiyle beklenenden önce ve çok üstünde afetlerin yaşanacağını artık herkes biliyor, kabul ediyor. Gezegenin en fazla ortalama +2 derecelik artışı kaldırabileceği kesinken, çocuklarımızın 2100’de +2,7-3,7 derece daha sıcak bir gezegende yaşayacağı anlaşıldı.
Fakat dünya liderlerinin COP21’nin açılışındaki buluşmasına bile savaş ve Türkiye-Rusya krizi damga vurdu.
Bir yandan “Aman karbon emisyonlarını azaltalım” diye türlü ekonomik, sosyal, siyasi önlem konuşulurken, sadece dünyadaki adaletsizlik ve şiddetin değil, karbon emisyonunun en büyük sorumlularından uluslararası silah, petrol ve enerji şirketleri kazanmaya devam ediyor…

Dünyaya kıyasla nerdeyiz, nereye gidiyoruz?

– Türkiye’nin sera gazı emisyonları 2013 yılında küresel emisyonların yüzde 0,94’üne denk geliyor.
– Kişi başına düşen emisyonlarda 6,04 ton ile dünya ortalamasının biraz altında, 182 ülke arasında 81. sırada.
– 1990-2013 arasında emisyonlarını yüzde 110 oranında artıran Türkiye, emisyon artışının devam edeceğini, bununla beraber 2030 yılında emisyonlarını, herhangi bir iklim politikası uygulamayacağı referans senaryoya kıyasla yüzde 21 oranında azaltabileceğini bildirdi. (Kaynak: WWF)

Yaşanabilir Bir Çevre İçin Sende Harekete Geç




Kömürü Değil Yaşamı Seç !


Kömürlü termik santraller bir yandan iklimi değiştirirken aynı zamanda sağlığımız için de büyük tehdit oluşturuyor.
Tarımsal verimliliğin düşmesi, tarım ve orman alanlarının yok edilmesinin yanı sıra kömürlü termik santrallerden dolayı doğa, geri dönülemez bir yıkım ile karşı karşıya kalır.
Kömürlü termik santrallerin neden olduğu hava kirliliği kalp ve solunum yolu hastalıkları, erken ölüm, felç, kanser risklerini artırır; oluşan hava kirliliği nedeni ile nefes alamaz hale geliriz.
Soma, Zonguldak, Çanakkale başta olmak üzere, Türkiye’de birçok bölgede hayata geçirilmesi planlanan 80 kömürlü termik santral projesi var ve bu sayı her geçen gün artıyor. Geleceğimizin kömürlü termik santrallerle kararmaması için yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği politikalarının ciddiyetle yürürlüğe konması gerekiyor!
Kömüre dayalı enerji üretiminin planlanması, izin ve lisanslamasından sorumlu Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, havamı bozma, iklimi değiştirme, sağlığımla oynama!



Cerattepe Direnişi


Artvini bir kadının gözünden cerattepe direnişi :

Barikatın en ön saflarındaydık. Karşı karşıya geldiğimiz kolluk güçlerinin uyguladığı, Artvinli kadınları hedef alan küfürlerine, hakaretlerine, şiddetine rağmen vazgeçmedik. Hep “bu daha başlangıç” diyerek döndük evlerimize. Sonra yine çıktık sokağa ardımızda binler yürüdük Cerattepe’ye. Yasladık bedenimizi polis barikatına, lokmamızı paylaştık seve seve ama “Cerattepe’yi vermeyiz” dedik.

sevgilisi kim - kimle sevgili - kimin sevgilisi - Sitemap

Patlayan bombalar, her gün betonlar arasından çıkan çocuk bedenleri, ölüm haberleri, padişahın kin ve nefret kokan konuşmaları arasında, ülkenin küçük bir yerinde, ülkeye umut veren güzel bir dayanışma ve mücadele örneği yaşanmakta.
Bizler kadın, erkek, genç, yaşlı demeden yaşam alanımızı, ağacımızı tüm canlılarımızı korumayı vazife edinmiş bir halk, rant için kapısına dayanan barbarlara karşı direniyor.
Küçük, sessiz ve sakin bir şehir, 15 Şubat 2016 pazartesi akşamı telefonlara gelen bir mesajla birkaç saatte ülkenin önemli gündemi haline geldi.
Mesaj :Acil! Cerattepe’ye müdahale olacak….
Madene karşı mücadeleyi 20 yıldır sürdüren Artvinliler olarak “Haydi geldiler vakit direnme vaktidir” deyip düştük yollara. Cerattepe’ye giden yola araçlarımızı park ettik. Direnişimizin ne kadar süreceğini, iş makinalarının ne zaman geleceğini bilmeden bekledik.
Yeşilin her tonuna sahip Cerattepe’nin düşmanı Cengiz Holding, talancı iktidarın desteğini arkasına almış, 6 ilden akın akın gelen polisiyle, jandarmasıyla geceden Artvin’e konuşlandı. Buna karşın bizim tarafta güzel bir gece iyi bir dayanışma örneği yaşanıyordu. Herkes evinden getirdiklerini ikram ediyordu. Örneğin direniş noktasına en yakın evlerden biri olmamız bize özel bir görev yüklemişti: Evi direnişçilere açmak.
Annem pişirdiği sıcacık patatesleri ikram ederek soğukta bekleyenlere yardımcı olmaya çalışıyordu. Kuşkusuz direniş kimin evine yakınsa o evin yapacağı bir işi yaptı. Anahtarını da kapı üstüne astı, ihtiyacı olan rahatça girsin, dinlensin ihtiyacını gidersin diye.
Sabaha doğru hava soğudu yanan ateşin etrafında şarkılar söylendi, horonlar tepildi, sohbetler edildi. Kimileri saatlerce soğukta ayakta beklemenin verdiği yorgunlukla kıvrılabileceği bir araba koltuğu bulup, doğacak günle birlikte başlayacak yeni yorgunluklara yer açmak için dinlenmeye çalışıyordu. Gün doğdu polislerle karşı karşıya geldik. Birçoğumuz bu kadar polisi bir arada görmemişti. Artvin tek vücut olmuştu. Herkes bir ağızdan konuşuyordu: Direneceğiz, Cerattepe’yi vermeyeceğiz.
Tek bir amacımız vardı: toprağımızın talanını engellemek. Vazgeçmek yoktu, kararlıydık. Tek bildiğimiz yeşilimizi bu “kan emicilere” vermeyeceğimiz gerçeğiydi. Sabah 12.00 civarı saatlerce süren bekleyiş amansız bir saldırıya dönüştü. Kulağı sağır, gözü kör olmuş aldığı emire itaat etmenin dışında, vicdanını hiçe sayan bir grupla karşı karşıya geldik. İnsanlar şaşkın ve üzgün, herkesin dilinde “Devletin polisi vatandaşını korumakla görevlidir. Bunlar Artvin düşmanı Cengiz’i koruyor” söylemleri.
Şaşkındık. Şaşkınlığımız uzun sürmedi. Gaz bombasından nasıl korunulur öğrendik, nasıl ilaç hazırlanır. Limonları stokladık. Gezi deneyimlerini araştırdık ve Talcit’i bizde keşfettik. İşte şimdi başlıyor dedik. Yıllardır emekçi halklara, parasız eğitim mücadelesi veren gençlere, tekel işçilerine, Gezi’de sokağa çıkanlara zulüm eden polisle tanıştık. Satılmış medyanın gerçek yüzünü Artvin Halkı da “terörist” yaftasını yiyerek görmüş oldu.
Bizleri gaz bombasıyla, plastik mermiyle korkutacaklarını sandılar biz ki Artvin’in yamaçlarında düşe kalka büyüyen, sisli dağlarında gezen, soğuk sularına meydan okurcasına serinleyen inatçı, çalışkan bir halkız.
‘’Bize gaz bombası işlemez’’ diyen insanlar tanıdık. Artvinli kadınlar olarak aldık tencere, tavamızı başladık ses çıkarmaya; bizim silahımız da budur dedik. Günlerce toplandık. Sürekli yeni fikirler ürettik ve devam ediyoruz. Barikatın en ön saflarındaydık. Karşı karşıya geldiğimiz kolluk güçlerinin uyguladığı, Artvinli kadınları hedef alan küfürlerine, hakaretlerine, şiddetine rağmen vazgeçmedik. Hep “bu daha başlangıç” diyerek döndük evlerimize.
Sonra yine çıktık sokağa ardımızda binler yürüdük Cerattepe’ye. Yasladık bedenimizi polis barikatına, lokmamızı paylaştık seve seve ama “Cerattepe’yi vermeyiz” dedik.

Güneş Tutulması Nedir? Ne Zaman Yaşanacak?


9 Mart 2016 Çarşamba günü tam güneş tutulması gerçekleşecek. Tam güneş tutulması 2016 yılında ilk kez olacak ve sadece bir kez gerçekleşecek. Peki Güneş Tutulması nedir? Ne zaman gerçekleşir?
TAM GÜNEŞ TUTULMASI NEDİR?
Ay’ın Güneş’i Dünya’dan DİSK halinde görünen ışıkyuvarını tümüyle örtmesi ile oluşur. Güneş’in çok parlak olan ışıkyuvarı Ay’ın karanlık gölgesi ile örtülür ve Güneş’in ışıkyuvarından çok daha soluk olan Güneş tacı çıplak gözle görülebilir hale gelir. Tutulmaya ancak tam tutulma zamanında güvenli olarak çıplak gözle bakılabilir. Bu sırada hava, parlak yıldızlar ve gezegenler gözle görülebilecek kadar kararır. Tam tutulma, Dünya yüzeyindeki dar bir koridorda gözlenebilir.
TAM GÜNEŞ TUTULMASI NE ZAMAN GERÇEKLEŞECEK?
Peki tam güneş tutulması ne zaman gerçekleşecek? Tam Güneş tutulması Türkiye saati ile 03.57'de olacak ancak Türkiye'de görülemeyecek. Dünya bu tutulmayı , bazı denizciler dışında tam olarak değil parçalı tutulma olarak gözlemleyecek. Tam Güneş tutulasını Sumatra, Borneo Sulawesi ve Pasifik Okyanusu’ndaki konumlardan görülebilecek. Güney/Doğu Asya, Kuzey/Batı Avustralya, Pasifik ve Hint Okyanusu gibi bölgelerde ise Parçalı Güneş tutulması şeklinde görülecek.